Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    (Karanlığa Okunan Ezanlar’dan)Abdullah Sidran-Emir Kusturica

    avatar


    Kayıt tarihi : 31/12/69

    (Karanlığa Okunan Ezanlar’dan)Abdullah Sidran-Emir Kusturica Empty (Karanlığa Okunan Ezanlar’dan)Abdullah Sidran-Emir Kusturica

    Mesaj   09.10.10 13:02





    Gündemden Düşmeyen Yönetmen Kusturica için: KUTSAL TOPRAKLAR BOSNA (Karanlığa Okunan Ezanlar’dan)Abdullah Sidran-Emir Kusturica

    KUTSAL TOPRAKLAR BOSNA (Karanlığa Okunan Ezanlar’dan)Abdullah Sidran - Emir Kusturica


    İçimizdeki hain çukurları, ancak kürek kürek onurlu vatan toprağı taşıyan kahramanlar kapatabilir. Bundan yirmi yıl önce Türkiye’nin genç aydınlarına, büyüyünce kimin gibi olmak istersiniz diye soru sorulsaydı, hemen hepsi Emir Kusturica adını verebilirdi. “Çingeneler Zamanı” filminin ünlü yönetmeni. Kusturica üzerine hayranlıkla tartıştığımız entel yıllarım geliyor aklıma. Sonra işler sarpa sardı ve Kusturica gözümüzden fena düştü.İşte şimdi Sarayova’ya yüzelli km. uzaklıktaki küçük bir kasaba Gorojde’ye giriyoruz. Abdullah Sidran’ı ziyarete. Artık içimizden tek kimse Kusturica’ya hayranlık duymuyor. Hepimiz Emir Kusturica’dan soğuduk. Nefret ettik. Şimdi çok kuvvetli ve yoğun duygularla Abdullah Sidran’ı ziyaret ediyoruz.Abdullah Sidran’ı minik kasabasının küçük iki katlı evinde buluyoruz. Bu iki katlı, çatısı A harfine benzeyen evlerden Bosna’da binlerce var, kimse farklı ev sevmiyor, şu suluboya tablolarda çizilen masalsı evlerden.Sidran, “Dolly Bell’i Hatırlıyor Musun” filminin senaryosunu yazmış ve Kusturica çekmişti. Bu film Venedik’te Altın Aslan ödülü aldı. Yine Sidran’ın yazdığı Kusturica’nın yönettiği “Babam İş Gezisinde” adlı film Cannes’da Altın Palmiye ödülü aldı.Dünyaca ünlü yönetmen Emir Kusturica’nın en iyi iki filmi sayılan, sinema eleştirmenlerinin halen öve öve bitiremeyip dünya listelerinde en başa yazdığı bu iki filmin senaristi Abdullah Sidran’ı bir gün evinde ziyaret edeceğimiz hayallerin hayaliydi benim için.Kusturica’yı bugün dünya baş tacı ediyor. Son Cannes film festivalinin dahi onur başkanıydı. Ancak Sidran’ı hatırlayan yok. Arkadaşlıklarını ortadan bölen, vatanları hakkında kararlarıydı. Bu arkadaşlığı bölen şey, vicdan adına dünyayı, insanlığı da bugün ortadan ikiye böldü.Şöyle, Kusturica Boşnak kökünden, adı Müslümanca Emir, ama o Bosna’yı yalnız bıraktı, bugün sokaktaki Boşnaklar Kusturica için “o hain çıktı” diyor.Bir büyük insanlık sorusu, bir büyük vicdan problemi bu. Kusturica’yı Avrupa halen çılgınca alkışlıyor, neden? Ve neden Boşnaklar Kusturica’yı hiç sevmiyor. Çünkü vatanını sattı. Boşnaklar, bugün Sidran’ı yere göğe koyamıyor ve en büyük milli kahramanları olarak görüyor.Kusturica şöhretini senaryolarını yazan Sidran’a borçluydu. Arkadaşların arasını Bosna savaşı açtı. Kusturica Bosna’ya ihanet etti. Sırplar gibi konuşmaya başladı. Ve bizim Bosna’da olduğumuz günlerde, Sırp tarafından açılmakta olan bir kilisenin açılış törenindeydi. Sorsanız, hoşgörü, birliktelik, kültürlerarası gibi laflar söyleyecektir. Ve böyle böyle, Kusturica’nın ismi dünya’da büyürken Bosna’da kendi halkı arasında efsanesi sona erdi.Sidran, hem şair, hem senarist, hem de bugün Bosna-Hersek’in en çok izlenen Hayat TV kanalında haftalık yorumlar yapıp, halkıyla konuşuyor. Sidran sıkı entelektüel. Yapı Kredi Türkçe’ye çevirtmiş, Boşnak şiirler antolojisinde onun da beş-altı şiiri yer alıyor, arayan bulur.Bosnalılar milli savaş kahramanlarını, Bosna milli bayrağının üzerinde zambaklarda dolayı, altın zambak, diye ödüllendiriyor. Ve Sidran için Boşnaklar “yaşayan en büyük altın zambak” diyor.Bu, onurların onuru. Çünkü, Sidran, yazmayı çizmeyi bırakıp, cephede savaştı. Katliamların ortasında, silahsız, mağdur, ilaçsız, dünyayla irtibatsız yılarca savaştı. Bir askeri komutan gibi büyük bir askeri rütbeyle savaştı.Gözleri önünde halkını soykırımdan geçirdiler, yanı başında yüzlerce Boşnak genç şehit düştü. Küçük kasabası büyük bir mezarlığa dönüştü. Gorajde bir ölüler, şehitler ülkesi oldu.Sidran bir yazar olarak, Bosna davası dünyaya anlatmak ve dünyayla irtibat kurmak ve dünyadan yardımlar toplamak ve dünyada konferanslar tertipleyip dünyanın ilgisini Bosna’ya çekmek için Bosna’dan kaçabilirdi. Sidran birkaç kez Bosna’dan ayrıldı ve hemen geri döndü. Oysa sıkı entelektüel olarak Batı’ya davayı anlatmak bahanesiyle batıya yerleşip dönmeyebilirdi.. Ama, asla cepheyi terk etmedi, o yıllarda Bosna’dan çıkmak da zordu, girmek de…Ve hayatı, kitaplar, senaryolar, şiirler, entelektüel uğraşlarla geçen Sidran’ın aklının ucundan hiç ülkesinin bir gün askeri kahramanı olacağı geçmemişti.Hem sanatçı hem kahraman nasıl olunur? Bunun cevabı çok zor. Ancak bu minik kasabanın yüksek dik dağlarındaki kan kırmızı yirmi metrelik çamları görerek büyüseydiniz… On beş yaşındaki ve çocukluk arkadaşlarınızın hemen yanınızda yere yatırılıp, gırtlaklarından vahşice kesildiğini görseydiniz, bu sorunun cevabını verirdiniz..Ve çoluk çocuk, nine bu minik kasabanın ortasında, uzun süren meşhur dondurucu kış aylarında bu dik ormanlıkları çevirmiş Sırp topçularına nişangâh olsaydınız… Ve dağlar karlarla örtülüp, mahsur, çaresiz, ilaçsız, silahsız kalsaydınız…. Siz de Sidran gibi silaha sarılırdınız, siz de Kusturica’dan nefret eder, bu sahipsiz halkı neden bıraktın diye isyan ederdiniz!..Ya da Kusturica gibi, “ben savaşa karşıyım” gibi entel laflarla başlayıp, Sırpların katliamlarını görmezden gelen ama çağdaş Avrupa’nın sessizliğini haklı çıkaracak vicdansız ve ruhsuz bir kelime oyunu yapabilirdi.Kusturica, Müslüman Emir adını inkâr edercesine halkına karşı gelip ülkesini terk etti. Sidran, dik dağlar ve karanlık yüksek ormanlarla ve Sırpların toplarıyla doldurulmuş mayın tarlalarına karşı savaştı.Hür, çağdaş, uygar, modern dünya bugün Kusturica’yı baş tacı edip onurlandırıp, ödüllendiriyor. Sidran’ı ise neredeyse, vatansever olduğu için görmezden geliyor. Oysa Sidran’ın ismi İspanya İç Savaşı’na katılan kendi kültürlerinden Hemingway olsaydı bugün dünya TV’leri döne döne Sidran belgeseli yayınlıyor olacaktı, belki de Che resimleriyle yan yana..Bugün Sidran bu tartışmaya hiç katılmıyor, hainli hikâyeler anlatmayı sevmiyor, işi gücü kitap, çünkü yıllarca para biriktirip nihayet ölünceye kadar sessizce kitap okuyacağı bir ev bulduğu için hayatı fazlasıyla seviyor.Abdullah Sidran’a sessiz evinin tam karşısındaki derin ormanların içine girip yürüyüş yapıp yapmadığını soruyorum, “hâlâ mayın dolu” diyor ve “bazen çocuklarım giriyor korkudan ödüm patlıyor” diye ekliyor. Sidran dünyanın suskunluğunu sürdürdüğü katliamlara rağmen, insanlar arasında kaynaşmayı nasıl sağlarız? Bu soykırımlara rağmen uygarlığı nasıl ayakta tutabiliriz? Bu ağır trajedilere rağmen insanlığın kirlenmemesi için neler yapabiliriz? İnsanlığın suçlu kurumlarını nasıl arındırıp yeniden harekete geçebiliriz ve yazarlığı yeniden vicdanın merkezine nasıl koyabiliriz sorularıyla yazıyor!..Sidran’ın hainleri ödüllendiren, kahramanları görmezden gelen iki yüzlü Avrupalılar için söyleyeceği tek sözü yok..Sidran’ın evinden hüzünle ayrılıyoruz, dönüp dönüp bir daha sarılıyoruz, sarılmalara ayrılık merasimlerine doymuyoruz..Şimdi Sidran bize sarılırken, bir halkın milli kahramanı hiç değil. Bizimle balkonlu, erik ağaçlı dünyasının en mutlu anlarını dertleştiği için çocuklar gibi sevinçli..Yani, Bosna’da yüzlerce insanla yüz yüze görüştük ve sadece Sidran bize kahramanlıktan, katliamlardan hiç söz etmeyen tek adam oldu… Ne cepheyi anlattı, ne soykırımları… Bize, balkonu, karşıdaki nehri ve kitaplarından bahsetti..Bize sarılıp yola koyduğu o an, kapının önünde tuhaf bir şey oldu. Bize sarılır sarılmaz, o sakin adam birden heyecanlanıp içeri kaçtı ve kapının önünde bizi yalnız bıraktı.Eşine bunun sebebini sorduk, onun da gözleri yaşlandı. Sanırım ki, kitaplardan biliyorum böyledir: Her kahraman gibi ağlamak istemiyordu. Kesinlikle böyledir, kitaplardan tanırım bu kahramanları; Her kahraman gibi ağlamasını engelleyemiyordu ama bunu topluluk önünde yapmak istemiyordu.İçeri kaçtı, kendi kendisiyle baş başa ağlamak istiyordu..Yazarlar kahraman olursa böyle olur.. Gözü önünde ve cephede katledilmiş çocukların cesetleri başında dahi metin olmayı bilirler. Ama uzaktan, çok uzaktan gelen dostlarını uğurlarken birden ağlayıverirler zırıl zırıl. Çünkü o bir yazar, bizi yola koyarken muhtemelen “uzak” , “dost” , “arkadaş” gibi kelimeler bir yerlerini yakmış içten içe oymuştur… Ve otobüsümüze binerken aynı kelimeler yakıcı kavuruculuğuyla bizim de ciğerlerimizi gözyaşı fırtınasına sokuyor, bakın şu kelimeler: uzak.. Çok uzağız.. Neden uzağız.. İşte gidiyoruz.. Bir vicdanın, aynı medeniyetin çocuklarıyız ama neden hiç değilse bir haftamız beraber olamıyor!.. İşte bunları, bu topraklarda nerede dile getirseniz birileri gizlice uzaklaşıp, tek başına ağlıyor!..


    Not: Yazıdaki emeği için Kerem Han'a teşekkürler.


    (Karanlığa Okunan Ezanlar’dan)Abdullah Sidran-Emir Kusturica 33580_453410128736_22160303736_5382684_5730983_n





      Forum Saati 16.05.24 16:01